28.4.06

Sahibinden satılık otomobil!

Başlığa aldanıp, otomobilimin satılık ilanını buraya verdiğimi düşünmeyin. Ama satma vakti yakındır. "Çocuk küçük, arabasız olur mu abi?", "Bunun doktoru var, gezmesi var, işe git-geli var", "Karşıya nasıl geçeceksin?" gibi sorulara hızlı cevaplarsa şöyle: Sigortası var, kaskosu var, vergisi var, park derdi var, bakımı var, tamiri var... E dünyanın en pahalı benzini Türkiye'de... Üstelik "Z Otomobil Paylaşım Kulübü"ne üye oldum!

Yanlış duymadınız. Evet Türkiye'de henüz böyle bir kulüp yok. Ama ABD, İngiltere, Almanya gibi ülkelerde çığ gibi büyüyen yeni bir iş alanı bu. Hatta "Lüks Otomobil Paylaşım Kulubü", "Klasik Otomobil Paylaşım Kulübü", "Spor Otomobil Paylaşım Kulübü" gibi branşlara bile ayrılmış. Bu kulüpler yıllık üyelik sistemiyle çalışıyor (yıllık üyelik ücreti 1000 dolar civarında hem de). Mantığı otomobil kiralama şirketlerinden böyle ayrışıyor. Otomobile ihtiyacınız olduğunda telefonla veya online olarak rezervasyonunuzu yaptırıyorsunuz ve yarım saat içinde araç hazır. Üstelik aracı bir şoför getirip teslim filan da etmiyor. Araçlar zaten şehrin dört bir yanındaki çeşitli park yerlerinde duruyor. Sizin bir çipli üye kartınız var ve aracı çalıştırmak sadece bu kartla mümkün. Üyeler ise çok mutlu. Hem araç sahibi olmanın getirdiği dertlerden kurtulmuş durumdalar hem de hayatlarında ilk kez, bir gün BMW, bir gün Audi, bir gün VW Bug kullanmanın keyfini sürüyorlar. Tek yapmaları gereken aracı kullandıktan sonra belirli noktalardan birine bırakmak ve buldukları gibi temiz terk etmek.

Konuyla ilgili ayrıntılı bilgilere ve çeşitli ülkelerde bu işi yapan şirketlerin web adreslerine ulaşmak için:
http://eartheasy.com/live_car_sharing.htm

26.4.06

Fokus Grup LVA'ya Fokuslandı!

Reklamcılıkta stratejik planlama departmanları datalarını sağlam argumanlara dayandırmak zorundadırlar. Bu yüzden de bu departman için sihirli bir sözcük vardır.

"Kaliteli araştırma"

Stratejik planlamacıları yaratıcılardan ayıran en temel özellik sağlam verilere dayanıyor, bu veriler üzerinden hareket ediyor olmalıdır. Kantitaif verilerin sağlamlığını her zaman kontrol etme imkanı bulamasalar da kalitatif verileri daha kolay denetim altına alabilirler. Çünkü insanı ve insan psikolojisini bilirler. İşte şimdi size kalitatif araştırmaları daha da güvenilir kılacak bir aletten bahsetmek istiyorum. LVA (Layered Voice Analysis) Bu alet ses frekansını ölçerek kişinin doğru söyleyip söylemediğini anlamanıza yarıyor. Evet haklısınız. Bu yalan makinasının pazarlamaya adapte edilmiş hali. Ama ihtiyacımız vardı değil mi? Nextel firması bu tekniği uygulamış. Sonuçlardan memnun. Pazarlamacıları ve reklamacıları iyi anlayan bu beyinleri kutlamak istiyorum

Bu tekniği Türkiye'de kullanan araştırma şirketleri var mı? Ben Google'da aradım ama bulamadım.

http://www.cmomagazine.com/read/030106/voice.html

22.4.06

Yeni tema!

Zaten yeni olan blog'umuza, hafta sonu yaptığım 4-5 saatlik bir çalışma sonucu, çok daha şık olduğuna inandığım yeni bir tema kazandırdım. Bunun için blogger-templates.blogspot.com'da yer alan K2 şablonunu kullandım. Temanın yaratıcılarına teşekkür ediyorum. Burada benim en büyük rolüm, bana çok garip ve karmaşık gelen XHTML kodlarıyla boğuşarak tüm temayı Türkçeleştirmeyi başarmam oldu. Tabii sağ sütunda yer alan "Contributors" hariç. Zira öyle sanıyorum ki o başlık, blogspot.com'la olan bağlantılarla ilgili ve ben onu nasıl değiştireceğimi şu an için bilmiyorum.

Yeni temamızın en önemli özelliği bize nefis permalink olanakları sunması. Şöyle ki, gönderilen yazının başlığına veya hemen yanında mouse'la üzerine gelindiğinde beliren "yorum" başlığına tıklandığında, o yazıyla ilgili tüm yorumları toplu halde görebiliyoruz ve aynı sayfadan yeni yorumlar ekleyebiliyoruz. Yine başlığın altında yer alan mavi renkli "bu yazıyı gönder" linkine tıkladığımızda karşımıza minik bir form çıkıyor. Yayınlanmış yazıyı buradan istediğimiz bir arkadaşımızın email adresine de gönderebiliyoruz.

Tüm yayıncı arkadaşlarıma, takipçilerimize, okurlarımıza güle güle kullanacakları ve yararlanacakları basit, anlaşılır ve sade bir blog teması sunabildiysem ne mutlu bana :)

21.4.06

Sosyal Network Marketing- Nike ve Google Case'i

Yaklaşık 1.5 senedir varolan sosyal network sitelerine üye olma trendi, trendsetter markalarla bir adım daha ileriye taşınmış. Türkiye'de bilinirliği yüksek 80630, Yonja, Hi5 gibi siteler artık yerlerini özel zevklere sahip online community sitelerine bırakacağa benziyorlar. Sosyal network siteleri de hobilere göre özelleşiyor. Bununla ilgili çok güzel bir örnek Google ve Nike'tan geliyor. Google ve Nike beraber joga.com isimli bir site kuruyorlar. Bu futbol fanatiklerinin sosyal network sitesi. Sitenin içeriği Nike'tan, teknik alt yapısı Google'dan geliyor. Bu site üyeleri futbolla ilgili bilgi alışverişinde bulunuyorlar. Yurtdışından videolar indirip birbirlerine gönderebiliyorlar. Konuşacak önemli bir konuları oluyor. Böylelikle Nike çok güzel bir futbol sosyal network'ü yaratmış oluyor. Ayrıca da çeşitli maçlar düzenleyerek marka değerini yükseltiyor.

"Branded brand" trendinin sosyal network sitelerine uyarlanmış hali. Bu iki markanın marketing trendleriyle, tüketici trendlerini birleştirip yeni bir tend yaratarak uygulaması takdire şayan bir davranıştı. Bu makaleden çıkarılan dersler şunlar:
İyi bir pazarlama uzmanı
1-Tüketici trendlerini takip etmeli!
2-Trend yaratmalı!
3-Pazarlama trendlerini takip etmeli!
4-Varolan tüketici trendinin üzerine yarattığı trendi, pazarlama trendleriyle birleştirebilmeli.

Sonra da Nike ve Google gibi güzel işler ortaya çıkarmalıdır!
http://www.cscout.com/blog/

20.4.06

Başarılı bir marka genişleme örneği- Evian -


Markaların genişleme isteği kimi zaman başarısızlıkla sonuçlanabilir. Ama size başarılı bir örnek vermek istiyorum. Evian markasını bilirsiniz. Fransız Alp'lerinin doğal mineral suyudur. Şimdi de son zamanların tred kelimesi olan "SPA" yla buluştu. Shangai'da bir spa merkezi kurdu. Evian Asya-Pasifik yöneticisi bu iki markanın, kendine özen gösteren, lüks ürünler için daha fazlasını ödemeye razı olan ve bunu hayat felsefesi haline getiren bir hedef kitleye seslendiğini söylüyor. Bence başarılı! Ya sizce??
http://www.brandchannel.com/features_profile.asp?pr_id=276

19.4.06

Reklam Yazarı Nasıl Olmalı?

Sadi, Gülistan adlı yapıtında şöyle demiş: Yeteneksizi terbiye etmek,
kubbede ceviz durdurmak gibidir.
Demek ki once yetenek olacak.
Euripides de şunu demiş ote yandan: “Yazar olmak istiyorsanız yazın”.
Yarım heves üç kalasla bu iş olmaz. Okulda teknikler öğretilir.
İş ise uygulamadır, pratiktir. Yeteneğin yoksa, ağzınla kuş tutsan,
gözlerinden kıvılcımlar da çıksa nafiledir.
Okumadan alim olunmayacağı da açık.

Reklamcılık Vakfı’nın Step kurslarında başka fakültelerden mezun oğrencilerin, onca yılı sıfırlayıp kendilerine bir çıkış yolu aradığını gördüğümde hep içim sızlamıştır. Oysa işin A/B/C’sini bilerek, okulunda okuyarak gelselerdi, orada A/B/C’leri oğretmek icin nefes tüketilmez, satır aralarıyla konuşulurdu.
Çarpık eğitim sistemi sonucunda aslında yeteneği olduğu halde başka mesleklere yonelmiş insanlara sen bunu olamazsın denemez. Herkes yaşamı boyunca istediğini oğrenmekte, yapmaya kalkışmakta özgürdür. Yeter ki bu becerisi olsun. Yoksa, korkacak bir şey de yok. Kendisini anlar, koşesine çekilir. Bazen girişim, işin yarısıdır. Cahil risk alir. Başarıp başaramayacağı onu ilgilendirir.

Öte yandan, bence Türk eğitim sistemi insanlara bırakın yazmayı, yorumda bulunmayı, analiz yapmayı, oğretmeyi, ezbere alıştırıyor. Ezbere alışanın fikri olmaz.
Yaratıcılık eğitimi diye bir şey vardır. Yapılması gereken de budur.
Ama okulla, ama sonradan okuyarak, kurslarla, stajlarla, bizzat arabanın
(tamirci-reklamcı misali) altına uzanarak vb..

Bence, reklam yaratıcılığı-yazarlığı, fikir adamlığı için de iletisim fakulteleri güzel sanatlar fakülteleri gibi ayrıca bir sınav yaparak oğrenci seçmeli.
Öyle olmalı ki, gerçekten yazabilen/bulabilen/yeteneği olan gelsin.
Birinci yıl eğitimi de hatta üç ay Türkiye/ üç ay yurt dışı gezisi ve uygulamalı çalışmalarıyla geçsin.

Ben iletişim mezunuyum. Bunun yararını zamaninda 3000 kisilik TRT sınavlarını aşarken ve kurs donemi sonu sınavlarında diğerlerine üç tur bindirirken ve dereceyle kazanırken gördüm. TRT’ye girdiğimde yazmayı, işin nasıl yapılacağını biliyordum. Bilgi, görgü, kültürüm, ilgim, heyecanım zaten vardi. Yaratıcı kişi, ayrıca eğitim de alıyorsa demekki, buna kadayıf ama kaymaklı kadayif denir. İletişim mezunu olmayanlardan da kazanan oldu o sınavı ama dikiş tutturmakta çok zorlandılar. Yazı yazmayı ve kurgu yapmayı öğrenmeleri çok zaman aldı.

Sonuçta eğitimi küçümsemeyelim. Hatta nasıl ileriye taşıyabiliriz diye bakalım. Baska okullardan gelecekler arasında yıldizlar varsa da öteye git demeyelim. Dersek de yıldız yıldızlığını gösterecektir zaten.

Biz stajyer alırken reklamcılık okumuş olanları tercih ediyoruz. Çünkü işimiz yazım kuralları, sözcük dağarcığı, cümle yapısı, üslup öğretmek değil burada. Kuralları bilen geliyor. Fikir bulma eğitiminden geçen geliyor.

Özetlersek:
1) Reklam Yazarı olmak icin, reklamcılık eğitimi almış olursa iyi olur. O kişiye bu, avantaj sağlar. Yoksa bu eğitimi zaten her koşulda, sektore girdiğinde de almak durumundadır.

2) Yaratıcı ve yetenekli kişi, yıldızsa zaten parlar. Sektörde şu anda iletişim/reklam mezunu olmayan, baska disiplinlerden gelen ve cok başarılı olan arkadaşlarımız var.

3) Bir işe başvuran kişi, başvurduğu yerin o güne değin neler yaptığını,
başvurduğu görevin ozelliklerini, niteliklerini ogrenmek durumundadir.
Bize zaman zaman yazarlık/müşteri temsilciliği ya da prodüktörlük
yapmak isteyen (hangisi olursa) kişiler başvuruyor. Geri çeviriyoruz.
Aklı karışık kişilerle uğraşmaktansa ne istedigini bilenleri tercih ediyoruz.

Aşağıda, bir Yaratıcı Yönetmen olarak, yaratıcı kişide bulunması / geliştirilmesi gereken özellikleri yazdım. Başka meslektaşlarım eminim bunlari çoğaltacaktır.

Bütün bu yazılanlardan sonra hala ‘evet, ben bu işi yaparim’ diyorsanız, ‘bakarız’ derler☺

İyi bir teknisyen olduğu için iyi bir yaratıcıdır. Çünkü o profesyoneldir.
Düzensizlikten doğan yaratıcılığı yoktur.
Mesleğini, işini aşkla sever.
Çağdaştır. enerjiktir, esprilidir.
Buluşları işe yarar. İlginç ve etkilidir.
Hayal gücü yuksektir.
Her şeye karşı sonsuz bir merak duyar. Her şeyi öğrenmeye can atar.
Beyni olayları, olguları, insanları, insanların davranışlarını kaydeder ve istediği anlarda onlardan yararlanır.
Beyninin kıvrımlarında cin büyütür.
Nesneleri, kavramları, imajları gruplaştırma ve ayrıştırma yeteneği vardır (sentez/analiz).
Çözüm üreticidir.
Konsantrasyon, moral gücü yuksektir.
Entelektüel alt yapıya sahiptir.
Kültürel birikimden, deneyimlerinden yararlanmayı bilir.
Akım başlatıcı ve kural yıkıcı/yaratıcıdır.
Sezgileri güclüdür.
İnsanının ihtiyaçlarını iyi bilir, onu iyi tanır.
(Gezelim, görelim, tanıyalım.)
Bir radar gibi ufku tarar.
Bir ad-man’dir o.

Movidalı reklam yazarı da budur ya da bu yoldadır zaten...

Bluetooth açık havayla buluştu!

Her sektörü etkisi altına almış olan "teknoloji", reklamcılığı da etkiliyor. Bluetooth teknolojisi sayesinde reklamlar cebe kadar girebiliyor. Bu teknoloji markalardan, pop starlara, futbol takımlarına kadar birçok sektör tarafından kullanılıyor. Billboard'un önünden geçiyorsunuz ve aynı anda cep telefonunuza mesaj geliyor. Bu mesajla önünden geçtiğiniz billboard eğer Volvo'nun billboarduysa, cebinize gelen mesajla onun bir test sürüşünü cebinize indirebileceğiniz haberini alabiliyorsunuz. Yok eğer yeni çıkan bir grubun konser haberini veren afişse, o afişi, o grubun melodisini cebinize indirebiliyorsunuz. Mesela siz bir futbol takımısınız ve o takımın stadının önünden geçen rastgele seçtiğiniz 10 kişiye bedava maç bileti dağıtabilirsiniz. Nasıl fikir ama? Eee çeşitlendirmek hayal gücünüze kalmış! http://www.engadget.com/2005/05/17/maiden-outdoors-bluetooth-billboards/

18.4.06

Koskoca Türkiye, Dünya Kupası'na gidemezsen...

Kupayı kazanan ülkelerin ekonomilerinde o sene büyüme olduğu araştırmalarla ortaya çıkmış. Kazanamayanlarda ise küçülme oluyormuş (ABN-Amro "Soccernomics" Raporu). Mantık basit. Kazanan takım taraftarları keyifleniyor ve tüketmeye koşuyor. Yine aynı rapora göre sendeleyen İtalyan ekonomisine "kupayı almak" ilaç gibi gelecek.

Türkiye'de ise iş, "şu kadar kişiyi dünya kupasına gönderiyorum" kampanyalarıyla ve büyük ekran TV satışlarında artışla sınırlı kalacak gibi görünüyor. Oysa Almanya'da yaşayan 1,5 milyon vatandaşımızın desteğiyle kupaya gitmiş bir Türkiye çok canlı bir Haziran geçirebilirdi. Hatta Kore'de alınan üçüncülük gibi bir derece neticesinde satış patlaması yapmayan sektör kalmazdı. Şimdi Fatih Hoca'yla hayaller 2010'a ertelendi.

Şu bir gerçek: Türk futbolu, Türk ekonomisinin gerisinde kaldı. Önce buraya el atmak gerekiyor.

Yeni Fakirler

İstanbul'da Ortaköy'ün yokuşlu ve çıkmaz sokaklarından birinde annesiyle birlikte küçük bir dairede kirada oturan Cengiz... Evi bakımsızlıktan dökülüyor. Ancak dolabında Gucci takımlar, Pierre Cardin gömlekler, Versace kravatlar dizili. Truzim sektöründe çalıştığı ve üst düzey yöneticilerle muhatap olduğu için şık görünmesi gerektiğini düşünüyor. Ancak üzerindeki kıyafet ve aksesuvarlara da onunkinin en az birkaç katı aylık geliri olanların gücü yetiyor. Cengiz ise kredi kartı sayesinde günü kurtarıyor ve bu şartlarda evlenmeyi aklından bile geçirmiyor.

Sigorta danışmanı Ömer, annesinden miras kalan parayı iyi değerlendirseydi küçük bir ev sahibi olabilirdi. Ömer bunun yerine yıllardır istediği ve bir gün alabileceğini hiç düşünmediği otomobili tercih etti. Fakat paralar suyunu çekince Ömer'in aylık geliri arabanın benzin, bakım otopark masraflarını karşılayamamaya başladı. Maaşından hatırı sayılır bir kısmı kiraya verdiği düşünülürse, zor bir durumda. Otomobili sattığında eline bir ev alacak kadar para geçmeyeceği için otomobilini daha az masraf çıkaran bir otomobille değiştirme kararı aldı.

Bu örneklerdeki gibi birçok çalışan önceliği kılık, kıyafete, boyunu aşan restoranlarda yemek yemeğe, zorlu taksit ödemelerine katlanıp otomobil almaya veriyor. Onlar için önemli olan hem bir üst sınıfa ait olduklarını simgeleyen, hem de kendilerine haz veren nesneleri satın alabilmeleri. Tüketim toplumlarında yaşam artık böyle düzenleniyor ki sistem de zaten tüketim üzerine kurulmuş durumda.

Yeni fakirler denmesinin sebebi ise, bu insanların hiçte fakir gibi görünmüyor olmaları. Orta sınıftan eğitimli ve profesyonel, genç ve orta yaşlı çalışanlar daha çok bu kategoriye giriyor. Örneğin onlara çok lüks bir restoranda rastlayabiliniyor. Ama onların külkedisi masalı her ayın 15'ine kadar sürüyor. Aybaşında, önceki aydan kalan harcamaları ve gecikmiş faturaları ödeyen yeni fakir, kalan parayla ay ortasına kadar gezip tozuyor. Sonra geriye çok az miktar kaldığını farkedince panikleyip, o noktadan sonra elindeki parayı kuruşuna kadar hesaplayarak harcıyor.

Tüm sektörler bu kitlenin peşinden koşuyor.

Finans: Bankalar kredi kartlarının taksit sayılarını giderek artırıyor.
Giyim: Prestijli markalar pazara göre ucuz ürün sunuyor. Calvin Klein ve alt markası CK gibi.
Yiyecek-içecek: Sağlığa zararlı besinleri suçluluk duygusuyla tüketenler için sağlıklı ürünler sunuluyor ve bu ürünler küçük paketlerde satılıyor.
Kozmetik: Kozmetik ürünlerini alan ayran gönüllü yeni fakirler için bunlar küçük paketlerde satışa sunuluyor.
Eğlence: Genel eğilim klüpte görünmek olduğu için klüplere giriş kolaylaşıyor ve indirimli özel günler ve geceler ayın ilk yarısına denk getiriliyor.

Görüldüğü gibi pazarlamadaki A, B, C kavramlarını çöpe atan bir yaklaşım daha...
Yorum sizin...

Business Week- 21-27 Şubat 2006

14.4.06

Merhaba

Weblog'lar ya da yerleşmiş adıyla bloglar artık pazarlama dünyasının kaçınılmaz iletişim kanallarından biri oldular. Şirket blogları, dünyada, müşterilerle ve sektörle buluşulan sohbet ve iletişim meydanları haline gelmek üzere. Oysa Türkiye'de henüz şirket bloglarına pek rastlayamıyoruz. Ama bizim, ana işi iletişim olan bir reklam ajansı olarak bu mecrada yer almamamız doğru olmazdı. Umarız buradan da sektörümüze artı değer katmaya devam ederiz. Şimdi hemen internet browser'ınızda bu adresi favorilerinize ekleyin. RSS feed sayesinde yeni yazı yazıldıkça siteye girmeseniz bile haberdar olabileceksiniz.