27.6.06

Modern reklamcılığın tuhaf ölümü

Yazan: Maurica Saatchi*
http://www.referansgazetesi.com/haber.aspx?HBR_KOD=44185&ForArsiv=1
Bazen kendimi adı reklamcılık olan çok sevdiğim bir arkadaşımın mezarı başında duruyormuşum gibi hissediyorum.
Cenaze prosedürü yerine getirildi. Mezar kazıcıları da görevlerini yaptılar. Ölenin yakınları toplandılar. Bazıları öleni tanıdıklarını söylemekten kaçındılar: "Reklamcılık mı? Ben o işin içinde değilim."
Bir zamanlar reklam piyasasında sürekli paylarını artırma çabasında olan reklam kuruluşları şimdi artık tersine reklamcılıktan ne kadar uzaksalar o kadar kendileriyle övünüyorlar. Peki bu noktaya nasıl gelindi?
Reklamcılara göre hastalığın ilk evresi sosyolojikti; artık aileler toplanıp televizyon seyretmiyordu. Bu da 30 saniyelik ticari reklamların sonuydu. İkinci semptom ise teknolojiydi çünkü aile üyelerinin tümü evde olsa bile herkes aynı ekrana bakmıyordu. Laptoplar, cep telefonları, iPodlar, oyunlar, bunların tümü medyanın daha fazla parçalanmasına dolayısıyla daha fazla kanala, seçeneğe ve komplikasyona yol açtılar.
Bunun tedavisi ise psikolojik yani her şey beyinde bitiyor.

Dijital doğanlar ve göçenler
Günümüzde sosyal bilim adamları dünyayı dijital doğanlar ve dijital göçmenler olmak üzere ikiye ayırıyorlar. Yaşı 25'in üzerinde olanlar dijital göçmenler. Bu kuşak dijital dili öğrenmek zorunda kaldı. Dijital doğanlar ise tıpkı ana dilin daha bebeklikten hiçbir çaba harcanmadan öğrenilmesi gibi bu dili doğal olarak edindiler. Dijital göçmen ise çaba harcadığından zayıf bir dile sahip.
Sinir bilimcilere göre de, dijital doğanlar büyüdükleri sırada dijital veriler edindikleri için diğerlerine kıyasla farklı bir fiziksel yapıya sahipler. Çok daha hızlı davranıp hızlı yanıt veriyorlar. Ama daha az hatırlıyorlar.
Bu nedenle de modern bir yeniyetme bu 30 saniyelik normal TV reklamı sırasında telefon görüşmesi yapıp, internette bir metni yolluyor, fotoğraf alıyor, oyun oynuyor, müzik parçasını indiriyor, dergi okuyor ve baş döndürücü bir hızla reklamlara göz atıyor. Uzmanlar bunu "sürekli kısmi dikkatlilik" hali olarak tanımlıyorlar. Bunun sonucunda da TV reklamlarının hatırlanma oranı 1960'larda yüzde 35'ken günümüzde yüzde 10'a gerilemiş bulunuyor.
Kısacası sosyoloji, teknoloji ve psikoloji el birliğiyle reklamcılığı yendi. Eğer reklamcılık sektöründeyseniz gömülmek üzeresiniz. O halde ne yapmalısınız? Geriye tek seçenek kalıyor: Dua etmek.
Tabii gömülürken yanınıza bir İncil konulacaktır. İncil'in sayfalarını karıştırırken size çıkış yolunu gösterecek doğru sayfaya denk düşebilirsiniz.
Nitekim Aziz Yuhanna şöyle der:
İlk başta söz vardı...
Ve şöyle devam eder:
... Ve söz Tanrı'ydı.

Sözcük her şeydir
Sözcük markanın rehberi, koruyucusu, savunucusu, kurtarıcısıdır.
Sözcük her şeyden önce gelir ve özeldir. Sözcük kurtarıcıdır çünkü iş dünyasının her aşamasında bir markaya bir sözcük denk düşecektir. Ve bu sözcüklerin bazıları da çoktan rezerve edilmiş durumda.
Her marka yalnızca bir sözcüğe sahip olabilir. Her sözcük yalnızca bir marka tarafından sahiplenilebilir. Sözcüğünüzü seçmeden önce çok iyi düşünün. O sözcük markanızın tanrısı olacaktır.
Bu basit testi kendi şirketinizin ürün ya da hizmetlerine de uygulayın.
Herhangi bir markayı alın.
Şimdi ne söylemeye çalıştığınızı düşünün. Sahiplenmek istediğiniz o özelliği, duyguyu tek sözcükle özetleyebilir misiniz?
Eğer sözcük değil de cümle kuruyorsanız sorun var demektir. Neden? Çünkü günümüzde yalnızca aşırı basit fikirler tutuyor.
Bertrand Russell'ın deyişiyle, karmaşıklığı basitleşmeden basite indirgemek düşünceyi zorunlu kılıyor.
Sonuç olarak, bu yeni teknolojilerin dünyasında tek sözcük en değerli hazine. Bunu keşfedince sizi kurtaracak, sonsuz özgürlüğe taşıyacak yolu bulmuş olacaksınız. (THE FINANCIAL TIMES)

*Lord Saatchi, M&C Saatchi'nin CEO'sudur.

Macitler ve mucitler belli oluyor!

Business Week ve The Boston Consulting Group tarafından 2006 başında 63 ülkede 1070 üst düzey yöneticiyle yapılan anketle dünyanın en "mucit" (innovative) 25 şirketi belli oldu. Okuyalım ve ilham alalım.

1) Apple: i-pod'u yarattı daha ne olsun. Çarpıcı tasarımlar onda, yaratıcı yazılımlar onda...
2) Google: Dünyanın en yetenekli mühendislerini işe alıyor ve onlara "istediğinizi deneyin" diyor. Daima sadeliğe ve müşteriye odaklı.
3) 3M: Araştırma ve tasarım laboratuarlarının tamamını yeniledi ve yine araştırmalara odaklandı. Yeni CEO'su ile dümene yeniden bir mühendis geçti.
4) Toyota: Üretimde yeni fikirlerin ustası. Şimdi de Hibrid teknolojisini geliştirdi.
5) Microsoft: Windows ve Office'i sürekli yeniliyor. Yeni bir Web ve PC servisi olan "Live" süper bir başlangıç yapacak.
6) General Electric: Yöneticilerini değerlendirme kriterleri arasında "hayalgücü ve cesaret" gibi maddeler var.
7) P&G: "Connect and develop" modeliyle tasarım ve yenilik artık şirketin bir parçası olmuş.
8) Nokia: Trendleri takip altına almak için "dünya haritaları" yapmış. Tasarımlarını buna göre yapıyor. Gelişen pazarlara özel daha ucuz modeller tasarlıyor.
9) Starbucks: 3 dolarlık kahvenin yaratıcıları şimdi de kahveyi sinemaya sokmuşlar.
10) IBM: 40.000'den fazla yeni patentinin 500'ünü ekosistem teknolojilerine ayırmış.
11) Virgin: Hip yaşam biçimli markasını havayollarından sigortaya kadar taşımış...
12) Samsung: Güney Koreli şirket tasarımdan üretime süratle geçebiliyormuş.
13) Sony: Eskiden daha üst sıralarda yer alan şirket HD teknolojisiyle yeniden tırmanışa geçmiş.
14) Dell: PC destek zincirinde ve satış kanallarında devrim yapmış. Ama yine de Apple'ın gölgesinde...
15) IDEO: Birçok şirkete tasarım odaklı düşünmeyi öğretiyor ve onlara tasarımlar yapıyor.
16) BMW: Innovative araştırma merkezi kurmuş. Yeni modeller için tasarımcılar arasında yarışmalar düzenliyormuş.
17) Intel: PC'nin ve mikroişlemcilerin dışına taşmak üzere. 2006'da tarihinde hiç olmadığı kadar çok yeni ürün çıkaracakmış.
18) eBay: Dünyanın en büyük online pazarı. Şimdi de vakti olmayan müşterileri için sabit fiyatlı bir site lanse etme hazırlığında.
19) IKEA: İsveçli perakendeci, mükemmel tasarımları ve sunduğu farklı perakende deneyimiyle kült olmuş durumda.
20) Wal-Mart: Tedarik kanallarını teknolojik yöntemlerle yönetiyormuş.
21) Amazon: Online deneyimi geliştirmeye odaklı.
22) Target: Kreatif pazarlama yöntemleri ve geçici mağazalarla tüketicilerini sürekli şaşırtıyormuş.
23) Honda: Mükemmel mühendislik ürünü otomobil olarak bilinen Honda, şimdi de otomobilin dışına çıkmış.
24) Research in Motion: Kablosuz e-mail pazarını kontrol ediyor.
25) Southwest Airlines: En ucuz maliyetli havayolu modelini yaratmış.

Not: Çevirileri ben yaptım, hatalar olduysa affola.

İşbu anketten alacağımız üç mesaj şöyle:
1. Tasarım farklılaşmanın anahtarıdır. Apple, P&G, IDEO, BMW, IKEA, Target gibi şirketler bunun kanıtı.
2. Doğru ürünü yaratan öncüler, devrimciler daima böyle listelerde olurlar.
3. Bizim şirketler için de bir "innovation" araştırması yapılması vakti artık gelmiş.

26.6.06

"Prosumer" ve "Mass Customization" Kavramları Üzerine


Türkçeleri "üreten tüketici" ve "kitlesel bireyselleşme". Bu teori ünlü fütürist Alvin Toffler tarafından öne sürüldü. 1980'lerde yazdığı kitabı "The Third Wave"de bu konudan bahsetmişti. Kitabı okumadım. Ama A. Selim Tunce kendi blog'unda bu konudan bahsetmiş. Zeynep Özata'nın bir yazısı üzerine kendi fikirlerini de belirtmiş. Kitabı okumadıysanız bu yazı sayesinde kitap hakkında oldukça geniş bir bilgi edinebilirsiniz.
Alvin Toffler 80'lerde yazdığı bu kitabında post-endüstriyel dönemde tüketenle üreten arasındaki sınırların silikleşeceğini, işletmeler karlılıklarını artırabilmek için kitlesel bireyselleşme kavramına ( tüketicinin özelikle tasarım aşamasında üretim sürecine dahil edilmesi-örnek İkea, Adidas vs.) yöneleceklerini vurguluyor. Uzun seneler önce öne sürülen bu teorinin bu blogda verdiğimiz örneklerle bile doğrulandığını görebiliriz.
Kitabı tavsiye ederim. Ben en kısa zamanda okuyacağım.
http://selimtuncer.blogspot.com/2006/03/tketen-retici-prosumer.htmlhttp://selimtuncer.blogspot.com/2006/03/tketen-retici-prosumer.html

23.6.06

"Klişeye karşı omuz omuza!"

... diye bir başlık atarken bile eski bir klişenin beni ele geçirmesine nasıl olup da izin verdiğimi hayretle fark ettim. Ama anlatmaya çalışacağım konunun vurgusunu böylesine bir başlık daha da güçlendirecek.
Konumuz reklam sektörünü bataklığın dibine doğru çeken canavarlar: Klişeler. Üstelik bu sadece Türkiye'nin değil, tüm dünyanın sorunu. 10-15 yıldır nereye baksak, hangi sektörü incelesek aynı insight'lar, aynı stratejiler, aynı kreatif çözümler... Günde binlerce reklama maruz kalmış bir tüketicinin gözünde "yeni" olduğu varsayılan bir ürün, hizmet veya reklamın ne kadar çabuk eskidiğine daha çok tanık olmaya başladığımız günler bu günler... Şu halde klişelerle nereye kadar? Öyle görünüyor ki klişe kalabalığında gerçekten "yeni" bir ürün, gerçekten "yeni" bir hizmet sunan, gerçekten "yeni" bir şey söyleyenler kazanacak. Diğerlerinin etkisi akvaryumda balık seyretmekten ya da 50 yıldır politikacılardan duyulan standart vaatlerden farklı olmayacak. Oradan uzaklaştığınızda derhal unutacaksınız ve "beeeh" diye omuz silkeceksiniz. Farklılık yaratmanın argo kullanmak, bas bas bağırmak, 58 takla atmak olmadığını anlayan şirketlerse "innovation"a (yenilik-yeni fikirler) yönelecek. Bana göre pazarlama bilimi açısından para da mutluluk da innovation'da. Dolayısıyla "innovation" kavramını iyice bir hazmetmek gerekiyor. Bundan sonraki yazılarımı bu konuya ayıracağım. Bakalım işe yarayacak mı?

22.6.06

Biraz Bugün, Çok Yarın

Trendgroup'un yaptığı gençlik araştırmasının bulgularına ulaştım internetten ve dergiden. Sizinle paylaşmak istedim. Bu bulgulardan "içerik kuşağı" isimli yazımda da bahsetmiştim. Biraz daha iredeleyeceğiz bu kuşağı.
Bu araştrımanın ismi başlıkta da yazdığı gibi "Biraz bugün, çok yarın". 12-25 yaş grubu ile 12 büyük kentte 600 gençle yapılan bu araştırma gençlerin bugün ve yarınla ilgili düşüncelerini ele alıyor. 60 kişiyle yaptığı kolaj çalışmalarının sonuçlarına da yer veriyor. Araştırmanın sonuçları "Biraz bugün çok yarın" kitabında derlenmiş. Ama ben bu kitaba ulaşamadım. Hiç bir kitapçıda yok. Nereden ulaşabileceğimi bilen varsa, bana yazarsa sevinirim.
Araştırmanın sonunda Trendgroup gençleri 5'e ayırmış.
"Falsız kalma"cılar (%18): 3 büyük kent dışında yaşayanlar. %75'ini genç kızlar oluşturuyor. Parayı en çok giyime harcıyorlar. Cep telefonuna çok bağlılar. Aile değerlerine de bağlılar, ama hayatla da ilgili kaygıları var. Faka çok meraklılar.
Kronik depresifler (%15): En memnuniyetsiz grup. Çok umutsuzlar. Çünkü onlara kapıyı aralayabilecek donanıma sahip değiller. Çoğunluğu 18 yaş üstü erkek. Sigaraya çok para harcıyorlar. Televizyon bağımlısılar. Pop ve arabesk müzik dinliyorlar. Müslüm Gürses, Ahmet Kaya'ya hayranlar.
Tırtıllar (%17): Onlar için en önemli şey özgürlükleri. 18 yaş üstündeler. Gazete okuyorlar. Entellektüel bir yapıya sahipler. Kablosuz olmak istiyorlar. Cinsellikten ve felsefeden konuşuyorlar. Kitap okuyorlar. Politika ve gündemle ilgililer. MOr ve Ötesi, Manga en sevdikleri gruplardan.
"Bardak tabi dolu"cular (%32): Bunlar pembe gözlüklüler. Üst sosyo ekonomik segmente dahiller. İyi okullarda okuyorlar. Aileleriyle yaşadıkları hayattan çok memnunlar. Çünkü önlerinde dolu bardak var.
"Böyle iyi"ciler (%18): Kırsal kesimdeki gençler. Sosyal kesimlerini ve sosyal rollerini sorgulamadıkları için "böyle iyi"ci davranıyorlar. Hallerinden şikayetçi değiller. Ya anneyi ya da babayı model alıyorlar. Hande Yener ve Yıldız Tilbe hayranılar.

Benim ilgimi çeken "bardak tabi dolu"cuların oranı oldu. Türkiye gibi bir ülkede %32'si bu kadar iyimser ve sosyoekonomik seviyesi yüksek olduğuna inanamadım.
Not: Bu yazı Elle dergisinden alınmıştır.
http://www.tren-dgroup.com/genclik.htm

Sanal Rüzgarın Etkileri





Sürekli bahsettiğimiz sanal rüzgarın insanlar üzerindeki etkisini çeşitlendirmek istiyorum bu yazıda. Sanal rüzgar neleri beraberinde getirdi?

  • Blog'lar arttı.
  • Herkes bir şeyler yazıp bir çok kişiyle bunu paylaşabilir hale geldi.
  • Online oksijen arttı.
  • Gazete, TV geleneksel mecralar oldu
  • TV izlenirliği ve gazete okunurluğu ABD başta olmak üzere gençler arasında düşüşe geçti.
  • TV ve gazete güncellenmekte geciken mecralar arasında yerini aldı.
Son 10 yılda internet öyle hızlı gelişti ki hiç bir mecra onun hızına yetişemez hale geldi. Herkes internetle 10 dk ünlü olabilme şansını yakaladı. İşte bütün bu gelişmeler basın özgürlüğünü getirdi. Her şey yazılır her şey bilinir oldu. Şeffaflık önem kazanır oldu.

Tüm bunların en güzel örneği Kore'de yayınlanan online gazete. İsmi "ohmynews.com" 4 yıl önce kurulan bu gazete, ülkedeki en büyük 3. gazete. Asıl ilginci de bu gazetenin %10'u gazete editörleri tarafından yazılırken, geri kalan %90'ı ise "citizen journalist" denilen halktan insanlardan oluşması. 26.000 vatandaş bu gazeteye katkıda bulunuyor. Makalesini getiren 20$'ı götürüyor ve ismi gazetede yayınlanıyor. Her şey şefaf her şey tüketicinin kontrolünde. Mediyayı tüketici yönetiyor. İnsanlar özgür hale geliyor. İzinli pazarlama git gide daha da önem kazanıyor.
http://english.ohmynews.com/index.asp

16.6.06

Yaz kampları mantığı değişti.


Artık aileler çocuklarını sadece güzel bir tatil geçirsin, golf oynamayı öğrensin, sosyal olsun diye kampa göndermiyorlar. Asıl amaçları, çocuklarını geleceğe ve para kazanmanın zorluklarına alıştırmak. "Fear factor", "Survival" gibi programların da etkisiyle bu kamplar yurtdışında yaygınlaşmaya başlıyor. Kamp kurarak doğayla savaşmayı esas alan bir yarışma aslında bu kamplar. Kazanana ise ödül olarak para veriliyor. Para için, hayatta kalmak için küçük yaşta büyük dertlerle başa çıkabilme sanatını en iyi sergileyen, büyümüş oluyor ve bir sürü para kazanabiliyor. Biraz acımasız ama dünya ve rekabet ortamı da öyle değil mi?http://www.cscout.com/blog/

Çılgın fikirler, yeni iş fırsatları ...


1- Piercing modası sınırları aştı: Artık gençler dudaklarına dillerine, kaşlarına, göbeklerine piercing takmaya bayılıyorlar. Bu piercingler sadece aksesuvar olmaktan öteye geçemiyordu. Ta ki ben şu makaleyi okuyana kadar. Artık gözlükler de piercing yapılabiliyor. yabancılar buna "pierced glasses" diyorlar. Ne kadar kullanışlı bilinmez. Ama bu mantıktan yola çıkılarak piercing modası sadece aksesuar olarak değil kullanıma da sokulabilen bir trend olarak büyüyeceğe benziyor.

2- Mideyi ağrıtmayan kahve: P&G "Folgar Simply Smooth" isimli bir kahve çıkarmış. Bu kahvenin özelliği sizin de anladığınız gibi kahve içildikten sonra meydana gelen asitten kaynaklanan ağrıya son vermek. Kahve sigara keyfiniz daha keyifli.

3- Tırnaklara da yeşil çay: Dişlerden sonra tırnakların güçlenmesi için de yeşil çaylı ürünler yapılmış.

4- Yatakta okunabilen kitap: İşte benim en çok sevdiğim ürün.
Eğer yatarak kitap okumak istiyor ve kitabı okurken kolunuz ağrıyor, üstüne, gözleriniz de yazıları takip etmekte zorlanıyorsa bu ürüne ihtiyacınız var demektir. Çok iyi bir insight, çok iyi bir gözlem. Tebrik ederim...
http://www.strangenewproducts.com/

Peki Effie kimlere gitti?


Oğuzhan Bey Kristal Elma demişken ben de Effie ödüllerini yazayım dedim. Ogilvy bu sene Grand Effie yi aldı. Dove "Real Beauty" kampanyası en etkin kampanya seçildi. Diğer finalistler ise DDB, Leo Burnett, BBDO oldu.
Bize de centilmence onları tebrik etmek düşüyor.
http://www.brandweek.com/bw/news/packaged/article_display.jsp?vnu_content_id=1002650497

15.6.06

ELMA DERSEM...

Konumuz: Kristal Elma.

Öncelikle sektörümüzde bazıları şunu bilmiyor. Kutlamayı... Kutlamaktan korkmayın.
Kazanan, şu ya da bu şekilde kazanmıştır. Olsun. Kutlayın.
Haticeye değil neticeye bakın. Rakiplerinizi yücelttiğiniz oranda yücelirsiniz.

Kaybetmekten korkmayın. Ama korkuyorsunuz. Şarkıdaki gibi:
”Seni sevmekten değil, kaybetmekten korkarım.”. Sevmekten niye korkuluyorsa? O da ayrı... Sürekli kaybetmenin travmatik etkisini yadsımıyorum da hep mi jüriler yanılıyor?
Onları koruma gibi düşüncem yok. Yine de jürinin, ajansların önerdiği adaylar arasında yapılan oylama sonucunda oluştuğunu, bilmeyenlere anımsatmakta yarar var. Üstelik şu görüşü de ekleyerek “jürilerin kararları, sübjektif kararların objektif toplamıdır”.

Alıntılar, esinlenmeler, çalıntılar dünyada her yarışmada var.
Belki bizde daha fazladır. Çünkü ne yaparsa yabancılar iyi yapar kültürüyle yetiştirildik. Çin’den farkımız ne ki?
Yapan ödül mü alacak peki hep? Hayır. Adalet, hukuk uzak kavramlar olduğundan “sen de yap ne var ki?” zihniyeti egemen sadece. Bir gün sıranın size geleceğini, Kafka’nın eserindeki gibi
dönüşüme uğrayacağınızı düşünmelisiniz oysa. Sonunda bu bozuk yapı, sizi de içine alacaktır. Kimbilir, öfke, sofradan uzak kalmaktan kaynaklanıyor da olabilir. Dedikodu yerine kanıtlama mekanizması çalışsaydı, benden uzak dursun bana ne denmeseydi, yapanların yaptıkları yanlarına kalmazdı.

Görmediğiniz işler ödül mü almış? Ne güzel... Reklamcı bir çıkış yolu bulup, bir nefes almış demek ki. Bu reklam etkililiği yarışması değil ki!

Daha az mı ödül verilmeliydi? Hadi canım siz de. Uluslar arası olmanın yolu “yerel” olmaktan geçiyor öncelikle. “Think global, art local”di değil mi o söz? “Vise verca” diyen de olur tabii, ne gam.
Ama Eurovision mantığıyla işler yapıp ödül almaya çalışmak da ayrı bir kısır döngü. Farkında mısınız “Türk işi” kampanyalar,
artık ödüllendirilmiyor niyeyse?

Sektör teşvik edilsin tam tersine. Elmaları dağıtmaktan kaçınmasın kimse. Az elma, kaliteyi mi yükseltir, cesareti mi azaltır? Bunu da düşünün.

Ali Taran Kristal Elma’ya inanmadığı için çekilmedi yarışmadan.
Anımsatmakta yarar var. Derby konusunda ihtilafa düştüğü için ayrıldı dernekten. Sonra da tavır koydu. Yoksa elmaları kamyonla yükleyip gitmiştir hep.

Serdar Erener de Arçelik ödül almadı diye katılmıyor son iki üç yıldır. Bu mantıkla kimsenin kalmaması gerekiyordu zaten yarışmada. Aldıklarına saymalıydı bence. Papaz her zaman pilav yemiyor. Jürinin kararını, derneğe yüklemeyecekti.

Hulusi Derici de dernekten ayrılmak zorunda kaldığı için
azınlık arasına katılmayı seçti. Böylece kendisini diğer iki “dahi”nin arasına konumladı. Tanrım, ne çok dahi var!
Ya da ne kadar az... Koskoca sektör, gizli dahilerini ortaya çıkaramıyor. Çünkü dahiler genelde asosyaldir☺

Şimdi bunların arasına katılarak dahilik şansınızı artırmanın tam zamanıdır, benden öneri! (Şaka tabii.)

Geçelim...
Her Kristal sonrası ben de dahil yazılar yazdık. Kristal geriye filan gitmiyor. İçinde yer almayanlar, alamayanlar, öyle sanıyor.

Jürinin kararlarını bir yana bırakalım. Derneğin son iki buçuk yıldır son derece profesyonel bir ekip tarafından yönetildiğini,
yarışmanın tamamen profesyonel ekipçe organize edildiğini biliyor muydunuz? Hayır. Önce onları alkışlayalım.
Eksikler olabilir. Onları da tartışır, öneririz.
Şimdi yarışmanın fiziksel koşullarına bakalım:
Duyuru:

Ultra’nın ilanları güzeldi. Markalar arasında unuttukları vardı sadece. Eh, arşivi zayıf bir ülke olarak, bu kadarı olur.
O konuda, dernek çalışma içerisinde. Müjde, çok yakında.

Salon:

TİM, salonu son derece güzel bir yer. Ama lobi, yetersizdi. İkram alanı dardı. Ayakta yeme, içmeyi sağlayacak masa azdı. Grubun programı yetersizdi, zaten fazla kalamadılar. Herkes kendisini dışarıya atmayı yeğledi. Menü, zayıftı. İçecekler arasında Ankara Viskisi’ni görmek şaşırtıcıydı.


Sunucular:

Geceye renk kattılar. Seri konuştular. Espriler zekiydi.
Kendimizi yakın hissettik. Bugüne dek yapılan sunumların en iyilerinden biriydi.

Katılımcılar:

Sponsorlar ön sıraları boş bıraktı. Bu, onların ayıbı.
Kılık kıyafeti artık eleştirmek gerekmiyor. Rahat giyilebilir de zevksiz olmak da gerekmiyor.


Ödül alanlar:

İlginç ve yaratıcı, eğlendirici biri yoktu. İşleri öyleydi, olsun.


Ödül verenler:

Y. Yönetmenler’in sayısı daha çok olmalıydı. Bu ödülü verebilecek
nitelikte başkaları da vardı.

Yarışma müziği, jeneriği, başarılıydı.

Törenin yayılmadan sonuçlandırılması da öyle.

İşlerin yarışma öncesi sitede ve tören alanında ekranlarda sergilenmemesi zayıf halkalardan biriydi.
Yarışan işlerden ne kadar haberdar olursanız, o yarışı izlemekten de o kadar zevk alırsınız çünkü. Böylece spekülasyon da önlenebilirdi.

K. Elma’da isimlerin değişmesiyle ya da gençlerin deneyimlilerin oranının değişmesiyle elde edilecek değişim yüzde onu geçmez.
Birinin başarı verdiği belki birinci olur. Ama inanın, elenen ödül almaz. Halk jürisi önerileri yanlış. Eurovision’a döner iş.
Ya da salondakiler oy kullansın önerisi de öyle. Parayı bastırıp salonu dolduran ödül alır sonra. Bunlar fantezi.

Sen ödül aldın mı diyenlere, hayır bu yıl eksik kaldık diyeceğim.
Aldıklarımla yetinmiyorum tabii ki. Altmışı aşkın elmam ve başka ödüllerim var. Yenilerini de istiyorum, istiyoruz elbette. Bakalım!
En büyük müşterimizin işlerini yine onun isteğiyle bu yıl yarışmaya sokmadık. Onun da etkisi var. Belki önümüzdeki yıl ikna ederiz.

Kristal’de her şey mükemmel mi? Hayır.
Eksikler çok olsa da yönetim, iyi niyetli. Diyaloğa,
önerilere, katkıya açık. Uluslar arası olması rüyam devam ediyor benim, sözgelimi.

Tavukçuzade’yi, ben de jüride olsam böyük ödüle layık görürdüm.
Özgün yaratıcılığın sembolü oldu. Kutluyorum.
Cumhuriyet, reklamcılık açısından yaratıcı bir işti.
Siyasetle bağlantısını doğru bulmamıştım. Başka yollar ve yanıtlar açar diye. Ödül hakkıydı. Büyük Ödül, değil.
Gördüğünüz gibi bunlar da sübjektif görüşler...Tartışılır.
Artık bunları konuşmak, magazin yapmak gibi bir şey...

Şimdi öfkeleri bir yana bırakmak gerek. Daha çok sıklette yarışamadığınız için şansınız az olabilir, elmanız az olabilir.
Olsun! İyi olduğunuzu siz biliyorsunuz ya, bu yeterli.
Ben de iki kez jüri üyeliği yaptım. Sanıldığı gibi bir diyalog kurulması ve etkileme sözkonusu değil. Tam tersine.
Kimse, çok gerekmiyorsa yüksek sesle söyleyemiyor fikrini.
Her şey sessizce ve gizli oylamalarla belirleniyor.

Vahap’ın başına gelen bir dönem benim de başıma geldi.
Kristal Elma’da, kategorisinde ödül verilmeyen bir iş,
Epica’da kazandı.

Tabii bu da Epica jürisinin müthiş olduğunu göstermez. Onların sübjektif görüşlerinin objektif toplamının, daha çok objektif olduğunu gösterir en azından☺

En azından, yiğidi öldürseler de hakkını yemiyorlar yabancılar.
Her konuda.

Türk cehenneminin başında zebani yok. Nasıl olsa birisi aşağıya çeker, çıkmaya çalışanları, fıkrasını anımsayın.
Cehennemin başına zebani koyabildiğimiz gün, daha nesnel, daha akılcı, daha başarılı, daha yeterli,
daha yaratıcı olabileceğiz.

12.6.06

İçerik Kuşağı- Concept Generation

Capital'in geçen ayki sayısında yayınlanan bir makale, "İ Kuşağı ( içerik kuşağı)" ismi verilen bir kuşaktan bahsediyor. 12-24 yaş arasında olan, zamanının bir çoğunu bilgisayar başında harcayan, anlık mesajı çok kullanan, tüm organizasyonlarını, sosyal yaşamını bu sanal dünyada kuran, burada oyun oynayan, ödevlerini yapan, müzik ve sinema dünyasını takip eden, bloglar kuran, olmak istediği karaktere bürünen, günlüğünü sanal alemde herkesle paylaşan bir hedef kitleden bahsediyoruz.
Türkiye'de 19 milyon kişiden oluşan, harcama gücü 50 milyar dolar olan bu hedef kitle irdeleniyor. İlginç sonuçlar ortaya çıkıyor. Paylaşmak istiyorum.
  • Neil Howe "İçerik kuşağı"na ilişkin şöyle tespitlerde bulundu. "Bu kuşak sanılanın aksine yalnız ve asosyal değil. İnternet onlara farklı bir ortam sunuyor. Yalnız başlarına bilgisayar oyunu oynamıyorlar. Arkadaşlarıyla beraber oynamayı tercih ediyorlar. "
  • Trend Group Yönetici Ortağı'na göre de bu yaş grubu için arkadaşlar çok merkezi bir konumda. Onlarla her daim kesintisiz ilişki kurmak istiyorlar. (Ki ben de asosyal ve hayattaki tüm hırsını bilgisayar oyunlarında tatmin etmiş, gerçek hayatta ot gibi yaşayan bir kuşağın bizi beklediğini düşünüyordum. Farklı bir bakış açısı oldu.)
  • Trendwatching.com sitesi uzmanı Reinier Evers ise bu kuşağı şöyle tahlil ediyor. "Bu kuşak şirketlerin müşteriye yaklaşımını değiştiriyor. Çünkü onlar doğrudan alıp tüketmek yerine kişiselleştirmeyi tercih ediyorlar. Hatta üretim sürecine dahil olmaktan mutluluk duyuyorlar. İnteraktivite önemli bir unsur."
  • Bunu farkına varan şirketler ise sanal alemde piyasaya sürecekleri ürünlerin test aşamasına önem veriyorlar ve tüketicilerden aldıkları destekle geliştiriyorlar.
  • Tüketicilerin hayalleri firmalar için önem kazanmaya başlıyor. Sonsuz hayal gücüne sahip hedef kitle de, "içerik kuşağı" dediğimiz görgüsü, bilgisi diğer kuşaklara göre çok yüksek olan bu hedef kitledir.

Ben bu kitleyi sadece bu hedef kitle ürünlerini satan firmaların değil tüm firmaların dikkate alması gerektiğini düşünüyorum. Onlar geleceğin temsilcileri. Geleceği, onların hayal güçlerinden, sanal tecrübelerinden öğrenme ve yönlendirme şansına sahibiz. Tüm markaların dikkatine!! "İçerik Kuşağı" sizin için de yetişiyor...